”Özellikle gurbette yaşayan memur aileler,okulların tatile girmesiyle birlikte köydeki evlerine gider, tatili orada geçirirler. Köy yerlerinde altyapı olmadığı için foseptik çukuru olur. Yaz tatili bittiğinde, evden çıkmadan önce, aile tüm hazırlıklarını tamamlar ve en son bir kuzu ciğerini de ipe bağlayıp, tuvaletin çukurunun üzerine asardı… Temmuz başında tekrar köye döndüğümüzde foseptik çukurunun tertemiz ve bomboş olduğunu görürdük… Bir gün anneme sordum : “Anne, biz neden bunu yapıyoruz ?” O da izah etti : ” Burada asılı olan ciğere, bir müddet sonra kurtçuklar üşüşür. O kurtçuklar ciğeri yer ve çoğalırlar. Onlar çoğaldıkça ciğer azalır. Bir gün kurtçuklar ciğeri tamamen yer bitirirler ve aşağıya düşerler. Bu sefer oradaki pislikleri yemeğe başlarlar… Kurtçuklar yine çoğalmaya başlarlar; bu defa da oradaki pislikler azalır, gün gelir, o çukurdaki pislikleri de yer bitirirler… Aç kalan kurtçuklar, en sonunda birbirlerini yemeğe başlarlar… Nihayet, onlar da biter ve kuyu tertemiz olur yavrum…” Menfaat grupları arasında son yaşanan çıkar çatışmalarını gördükçe, aklıma, o evin lağım çukurunun tepesine asılan ciğer geldi… Üzülerek söylüyorum. ama, vaziyetin aynen böyle olduğu kanısına vardım… ” Yıllar evvel bir ciğere saldırdılar… Saldırdıkça da çoğaldılar. Şimdi Ciğer bitti, ve lağım çukuruna düştüler… O kadar açtılar ki, oradaki pislikleri de yediler… Doymadılar… Şimdi birbirlerini yiyorlar… Yakında tertemiz olacak her yer..
1750 yılında, Alman Prusya Kralı Büyük II. Frederick, Berlin yakınlarındaki Potsdam Ormanları’nda gezinirken, bir değirmenin bulunduğu alçak bir tepe üstünde durur. Manzara güzel, hava nasıl ferahtır. – Yazlık sarayımı burada yapalım! der, sessiz ve sakin kapanıp okumayı çok seven, kütüphanesiyle ünlü kral.. – Değirmeni satın alıp yıkın, yerine saray yapın! der adamlarına.. Adamları değirmenciye gider ve kralın bu isteğini iletirler. Değirmenci malını satmak istemez. Kral değirmenciyi huzuruna çağırtır; – Yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. Kaça satarsınız? diye sorar. – Yanlış anlamadım efendim. Adamlarınıza da söyledim. Değirmenim satılık değil! der değirmenci. – Beyefendi inat etmeyin! Paranızı fazlasıyla vereceğim, diye ısrar eder Kral.. Değirmenci direnir; – Sen koskoca kralsın, paran çok. Git Almanya’nın istediğin yerinde saray yap! Burayı benden önce babam işletiyordu. O’na da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım. Değirmenin bahçesinde dedemin, babamın mezarları var. Ben de ölünce yanlarına gömüleceğim. Burası bizim aile ocağımız. Satılık değil! Sabrı tükenen ve sinirlenen Kral Frederick ayağa fırlar ve gürler; – Sen benim Prusya Kralı Friedrick olduğumu bilmiyor musun yoksa? Değirmenci; – Senin kral olduğunu biliyorum ama ben de bu değirmenin sahibi Sans-Souci’yim. Kral öfkeden deli olur; – Madem benim kim olduğumu biliyorsun, o halde zorla alabileceğimi de biliyor olmalısın. Bakalım o zaman ne yapacaksın? Değirmenci hiç telaşa düşmez ve tarihe geçecek ve dünyanın her yerinde Adalet’in sloganı olacak ünlü lafını söyler; – SEN KRALSIN AMA.. BERLİN’DE DE HAKİMLER VAR!. Kral, kendi ıslah ettiği adalet sistemine ve o düzenin yargıçlarına halkın nasıl güvendiğini ve mahkemelere kralın bile laf geçiremeyeceğine inandığını anlar ve adamlarına, ayni tarihe geçen sözünü söyler; – Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar, kral bile olsa adaletten üstün değildir! Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz.” Kral II. Friedrich bu yel değirmeninin Prusya Krallığı devam ettikçe korunmasını ister ve sarayını hemen onun altına inşa ettirir. Değirmencinin ismini, Sarayının da adı yapar.. “SANS – SOUCI SARAYI” Saray ve değirmen günümüzde hala bir “Adalet Simgesi” olarak o tepede arka arkaya duruyorlar. Ne güzel bir adalet ki.. Kralın arka bahçesinde bir değirmenci olabiliyor. Ne güzel bir adalet ki, bir kralla, bir değirmenciyi komşu ve dost yapıyor.. Belki de sabahları Prusya Kralı II. Frederick, arka bahçeye çıktığında, değirmenci O’na seslenirdi; – Hey Frederick, sımsıcak ekmek yaptım, göndereyim mi? Belki, Prusya Kralı II. Frederick anlatırdı; – Adalet her sabah bana, taze ve sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi.. Yıllar sonra genç bir Osmanlı subayı, bir yılbaşı gecesi Berlin’de bir davete katılır. Arkadaşlarına bu hikâyeyi anlatır ve teklif eder; – Haydi gidelim ve bu sarayı görelim! Değirmen de hala duruyormuş, sarayın arkasında.. Kimse yılbaşı balosunu bırakıp o soğukta dışarı çıkmak istemez. Genç subay kararlıdır. Tek başına çıkar gider. Tek başına bu eşsiz anıta bakar.. O genç subay, Mustafa Kemal’dir. Ve Kurucu Lider Mustafa Kemal ATATÜRK, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm mahkeme salonlarında, yargıçların arkasındaki duvara asılacak sözü yazdırır; ADALET, MÜLKÜN TEMELİDİR! Sunay AKIN