Amigdala Beyinliler

Müşteri Memnuniyeti

Vay Be Post tan alıntıdır

http://vaybepost.com/musteriyi-memnun-etme/

Porsche firması, 1983 yılında otomotiv sektöründe yankı uyandıracak teknik donanıma sahip bir otomobille pazara girer.

Müşterilerinden gelen her türlü yorum ve fikirlere açık olan yönetim, aracın piyasaya sürülmesinden 2 ay sonra ilginç bir şikayet mektubuyla karşılaşır. Müşterinin şikayeti şudur:

“Adım Danny Troatman. New Jersey’de yaşıyorum. Eşim ve çocuklarımla her akşam film seyretmeden önce şehir merkezinde bulunan markete dondurma almaya gidiyorum. Bir ay önce aldığım Porsche marka arabamla tabii ki…

Fakat ne ilginçtir, ne zaman çikolatalı veya meyveli dondurma alıp arabama dönsem, araç çalışmıyor. Oysa vanilyalı aldığım zaman aracım rahatlıkla çalışıyor.

Bunun bir kaç kere denedim ve her seferinde aynı sonucu aldım.Yardımlarınız için şimdiden teşekkürler”

Bu olay Türkiye’de olsa ne olurdu? Muhtemelen mektubunuz ciddiye alınmayıp bir kenara fırlatılırdı.

Ama hayır! Porsche firmasındaki yetkililer derhal adı geçen bölgeye bir mühendis gönderiyorlar ve sebebini öğreninceye kadar orada kalmasını sağlıyorlar. Ertesi gün mühendis NewJersey’e varıyor ve Bay Troatman’la hemen temasa geçiyor.

Aynı akşamdan başlamak üzere her akşam üstü mühendisimiz ve Bay Troatman dondurma almak üzere markete gidiyorlar. Gerçekten de çikolatalı ve meyveli dondurma alındığı zaman araba çalışmıyor, vanilyalı alındığı zaman ise rahatlıkla çalışıyor.

Mühendis başlangıçta bu olaya şaşkınlıkla bakıyor fakat bilimsellikten uzaklaşmamaya gayret ediyor. Aradan yaklaşık bir ay geçiyor. Bay Troatman ile her gün markete giden mühendis, sonunda olayı çözüyor.

Yeni model Porsche arabalarda kullanılan soğutma sistemi, araç durdurulduktan hemen sonra devreye giriyor ve motor belirli bir ısıya düşene kadar motoru kilitliyor. Markette en çok satılan dondurma ise vanilyalı.

Bu yüzden vanilyalı dondurma tezgahı önünde sürekli sıra oluyor. Bay Troatman sıraya girip dondurmasını alana kadar geçen süre,motorun soğuması için yeterli oluyor. Fakat çikolatalı veya meyveli dondurma tezgahı önünde sıra olmadığı için dondurmayı hemen alıp aracına geri dönüyor. Motor ise kilitli olduğu için araç çalışmıyor.

Mühendis,raporunu yönetime sunuyor. Piyasadaki araçlar geri toplanıp, gerekli ayarlamalar yapılıyor ve müşterilere yeni haliyle teslim ediliyor.

Dijital veri depolamada devrim….

ıBM den inanılmaz buluş

In a new world record, scientists at IBM have captured 330 terabytes of uncompressed data — or the equivalent of 330 million books — into a cartridge that can fit into the palm of your hand. The record of 201 gigabits per square inch on prototype sputtered magnetic tape is more than 20 times the areal density currently used in commercial tape drives. Areal recording density is the amount of information that can be stored on a given area of surface.

Tape drives were invented over 60 years ago and were traditionally used for archiving tax documents and health care records. IBM’s first tape unit used reels of half-inch-wide tape that could only hold about 2 megabytes.

A cross section of the prototype sputtered magnetic tape.
 Image: Sony

The magnetic tape was developed by Sony Storage Media Solutions, and the milestone indicates the viability of continuing to scale up storage on tapes for another decade, IBM said.

“Tape has traditionally been used for video archives, back-up files, replicas for disaster recovery and retention of information on premise, but the industry is also expanding to off-premise applications in the cloud,” said IBM fellow Evangelos Eleftheriou in a statement. “While sputtered tape is expected to cost a little more to manufacture than current commercial tape, the potential for very high capacity will make the cost per terabyte very attractive, making this technology practical for cold storage in the cloud.”

In order for researchers to achieve the 201 gigabits per square inch, IBM researchers had to develop several new technologies. IBM worked closely with Sony for several years, particularly on enabling increased areal recording densities. “The results of this collaboration have led to various improvements in the media technology, such as advanced roll-to-roll technology for long sputtered tape fabrication and better lubricant technology, which stabilizes the functionality of the magnetic tape.”

Image: IBM

Yılmaz Özdil Sözcü 28.07.2017 tarihli yazısı

Mercedes… 280 bin kişi çalışıyor, bunların 14 bini tasarımcı, yıllık cirosu 100 milyar euro, yılda 2.5 milyon otomobil üretiyor, sadece Stuttgart’taki fabrikasından her 35 saniyede bir otomobil çıkıyor.
*
BMW… 108 bin kişi çalışıyor, yıllık cirosu 65 milyar euro, yılda 1 milyon 600 binden fazla otomobil üretiyor, Rusya’dan Meksika’ya 14 ülkede fabrikası var, aynı zamanda Rolls-Royce ve Mini’nin de sahibi.
*
Volkswagen… 625 bin kişi çalışıyor, yıllık cirosu 105 milyar euro, geçen yıl 10 milyon 300 bin otomobil sattı, dünyanın en çok otomobil üreten şirketi oldu. Volkswagen çatısı altında, Volkswagen markasının yanısıra, Audi, Porsche, Bentley, Bugatti, Lamborghini, Skoda ve Scania üretiliyor. Alman otomotiv sanayi, araştırma-geliştirme’ye her yıl 16 milyar euro döküyor, ar-ge’ye bütçe ayırma rekoru Volkswagen’e ait, her yıl tek başına 6 milyar euro harcıyor.
*
Audi… Volkswagen bünyesinde yılda bir milyon otomobil üretiyor, 85 bin kişi çalışıyor, yılda 55 milyar euro ciro yapıyor.
*
Porsche… Volkswagen bünyesinde yılda 21 milyar euro ciro yapıyor, 24 bin kişi çalışıyor.
*
Skoda… Volkswagen bünyesinde yılda 10 milyar euro ciro yapıyor, 28 bin kişi çalışıyor.
*
Scania… Volkwagen bünyesinde yılda 35 milyar euro ciro yapıyor, 44 bin kişi çalışıyor.
*
Opel… Fransız Peugeot tarafından satın alındı ama, Almanya’daki fabrikalarında 35 bin kişi çalışıyor, 12 milyar euro ciro yapıyor.
*
Ford Almanya… 28 bin kişi çalışıyor, 20 milyar euro ciro yapıyor.
*
MAN… Volkwagen bünyesinde 15 milyar euro ciro yapıyor, 53 bin kişi çalışıyor.
*
Iveco-Magirus… 2 bin kişi çalışıyor, 1.5 milyar euro ciro yapıyor.
*
Bu Almanya’da…

11 bin makam otomobili var.

Bizim Türkiye’de…

35 bin makam otomobili var.
*
Ne demişti asrın liderimiz?

“Hasbelkader zengin olan Almanya kendine çeki düzen vermeli” demişti.
*
Ne almışlar Tbmm başkanı İsmail Kahraman’a?

Maybach S600.

Mercedes’in uzay mekiği.

Lüksün nirvanası.
*
Kıçında giyecek donu olmayan sayın ahalimizi hasbelkader tebrik ederim. Yılmaz Özdil

27.07.2017 Akşamı Olanlar

İstanbullulara geçmiş olsun. Geçen seferki olayın ‘süper hücre’ olarak adlandırılmasına içerleyen gerçek bir ‘süper hücre’li fırtına; şiddetli yağmura, iri doluya ve fena bir ‘downburst’e (davnbörst) yol açtı.
Gökgürültülü fırtınaların kaynağı olan yükselici hava hareketleri, fizikteki “momentumun korunumu” kanunu gereği dengelenmek zorundadır; dolayısıyla hava bir yerlerde de aşağı doğru (down) çökecektir. Bu çökme ne kadar dar alana sıkışırsa şiddeti de o kadar fazla olur. İşte bu şiddetli hava çökmesine “Downburst” diyoruz (resim bugüne ait değil, örnek olarak gösteriliyor).
Yere çöken hava aşağı doğru gitmeye devam edemeyeceği için aynı hızla yanlara saçılır. Yani downburst muhtemelen, yer seviyesinde yol açtığı şiddetli yatay rüzgarlarla (straight line winds) iri dolu tanelerini binalara mermi gibi savurdu (şu videodaki gibi: https://www.facebook.com/occursus/videos/vb.567267185/10154539932277186/?type=2&theater). Kadıköy Acıbadem’de bulunan evimizin salonunun camı patlamış ve cam parçaları karşı duvara, koridora kadar saçılmış. Neyse ki içeride kimse yoktu.
Süper hücrelerin oldukça lokal etkileri vardır ve TAM OLARAK nereyi vuracakları, bilimin bugün geldiği nokta itibariyle BİLİNEMEMEKTEDİR. Yani bu süper hücrenin etkileri pekala Silivri-Beylikdüzü ile de sınırlı kalabilirdi… Yine de, bugünkü son GFS model çıktısından hareketle “İstanbul’da risk biraz azaldı” dememiz hataydı, kabul ediyoruz 🙂 Demek ki bu iklim değişikliği koşullarında, ana risk alanına (bugün Trakya idi) bitişik alanlar için de her zaman yaygara koparmak icap ediyor. Hele ki bu mevsimde… Gerçi yaygara yapsak ve sizin mahalleye bir şey olmasa yine bizi gömersiniz, o ayrı.
Hadise ile ilgili daha ayrıntılı bir incelemeyi konunun uzmanı arkadaşımız, hocamız Dr. Abdullah Kahraman (Meteogreen) önümüzdeki günlerde yapacak. Kendisinin bugün Hürriyet gazetesine yaptığı açıklamaları şuradan (https://goo.gl/mMNR13) okuyabilirsiniz.
Tekrar geçmiş olsun.
Dr. Ozan M. Göktürk
Havadelisi.com Genel Müdürü

Tatil den Kareler

Tuğba ile Birhan nın Hikayesi

Tuğba ve Birhan çifti, Caddebostan’da arkadaşlarına arabalarla “caka” satan bir gençlik içinde büyüdüler. Tüketim toplumunun sıradan bireyleriyken, yaklaşık 10 yıl önce hayatlarını değiştirmeye karar verip Antalya’da dağbaşına yerleştiler.

Çift, 10 yıl susuz, elektriksiz ve parasız yaşadı. Rastalı saçlarıyla onları ilk gördüklerinde “satanist” ve “altın avcısı” sanan köylülere, kısa sürede samimiyetleriyle kendilerini kabul ettirdiler.
Tuğba, İstanbul Caddebostan’da doğup büyüdü. Birhan’la yolu lisede kesişti. Her ikisi de doğayla birlikte çıktıkları okul gezilerinde tanıştı. Zamanla arkadaşlıkları ilerledi, doğaya birlikte gitmeye ve yeni şeyler keşfetmeye başladılar. Bu arada üniversiteye girdiler. Tuğba, Marmara İktisat bölümünü bitirdi, Birhan ise Yıldız Teknik’te İnşaat Mühendisliği okudu. 23-24 yaşlarında ailelerinden izin alarak tek başlarına Hindistan’a gittiler. Otobüsle, otostopla, dolaşa dolaşa vardıkları Hindistan’da 1 yıl kalarak kendi kendilerine yetmeyi ve ayaklarının üzerinde durabilmeyi öğrendiler.
2003’te ise Irak Savaşı’na karşı barış eylemlerine katıldılar. Orada bağırıp protesto yaptıktan sonra, evlerine dönüp “Bush gibilerine yarayacak” çarkın içinde yer almaktan rahatsızlık duyduklarını hissettiler.
Birhan, gitme kararı aldıkları günü şöyle anlatıyor: “Tuğba ile göz göze geldik. Aktivist olarak şehirde de yaşantımızı sürdürüyorduk ama o sistem içinde evlerinize geri dönüp yine yeni George Bush’lar yaratmak adına, ‘sistem yandaşı’ olmak istemedik.”
Tuğba ise, “Barışçıl, huzur dolu bir dünya özlemimiz vardı. İnsanların sağlıklı besin hakkı olsun istiyorduk. Bunu şehir ortamında yaratabilecek miyiz’ düşüncesiyle gitmeye karar verdik” diyor.
Genç çift sırtlarında çanta, Anadolu’yu karış karış dolaştı. Karadeniz’i gezdiler ama Karadeniz’de 4 mevsim yaşam için doğa şartları çetin cevizdi. Bu kez Adana’dan yola çıkıp Toroslar’a gittiler. Antalya Alakır Vadisi’nde bir su değirmeninin önünde mola verdiklerinde, Hamidiye Teyze’nin kendilerini şaşkın bakışlarda izlediğini gördüler. “Toprak arıyoruz Teyze” dediklerini görünce, Hamidiye Teyze gülerek yanıt verdi: “Her yer toprak lan! Ama yapabilecek misiniz?” Bu söz üzerine yaşadıkları yerin orası olabileceğine karar verdiler.
Çift, Kuzca Köyü’ne bağlı 40 yıl önce terk edilmiş bir araziyi ailelerinin de desteği ile satın alıp kendi yaşamlarını kurdular. Bu yeni yaşamın adımlarını şöyle anlatıyorlar: “Burası 15 dönümlük bir arazi. Ama geldiğimizde resmen orman olmuştu. 2-3 ay sadece buranın temizliği sürdü. Tuğba’yla ellerimizde orakla, nacakla, toprağı temizleyip kendi yaşam alanlarımızı açtık. Ben hâlâ ‘Biz buranın kör cahiliyiz’ diyorum. Her yıl ne kadar gerizekâlı olduğumu öğreniyorum. Çok komik çünkü biz hep teknik kafa ile eğitilmişiz. İlk geldiğimizde ‘öğretmenimiz’ yaşı 80’e dayanan ve bizim gibi tek başına yaşayan Dursun Amca’ydı.
O başkasına bizim hikâyemizi anlatırken ‘Bu çocuklar ilk geldiklerinde demir çubuklarla çalı dövdüler’ der. Demek istiyor ki, ben çalı kesmeye çalışıyorum, ama baltayı tutuşumdan onu bileyleyişime kadar hiçbir şeyi bilmiyormuşum.”
Rastalı saçlı gençlerin gelişi, en yakın köy olan 7 km ötedeki Söğütcuması’ndaki köylülerin de gözünden kaçmamış. Başta iki genci “satanist” sanan da olmuş, “altın aramaya geldiler” diyen de. Ama zamanla tek tek bütün köylüleri kapı kapı dolaşıp “bizim niyetimiz budur” diyen gençleri görünce, onlar da tanıyıp sevmişler bu iki İstanbullu genci.
Onların reddettikleri ve ‘cahil’ dedikleri babalarının, dedelerinin topraklarına gelip onların eski yaşantısının benzerini yaşadığım için, en çok kafası karışanlar, köylülerin gençleriydi.
Köyün ahalisi, ‘Bu adam emek veriyor, toprakla uğraşıyor, toprakla uğraşan adamdan hiçbir zarar gelmez’ diyerek çifti kucakladı. Birhan ve Tuğba, işe koyularak önce “kızılderili tipi” tek odalı bir çadır ev inşa ettiler.
Kütüklerden lavobo yapıp yer altını buzdolabı gibi kullanmayı öğrendiler. Ama Birhan’ın “doğanın bir kullanma kılavuzu” olmadığını da deneyimleriyle öğrendi: “Ben ormanda ilk kez odun toplarken çok dayak yedim. Ağzımı burnumu sopayla dövdü doğa. Çünkü nasıl yürüyeceğimi, nereye basacağımı, hangi dalı nasıl keseceğimi bilmiyordum. Ama bunların hepsi de bir deneyim olarak artık bir daha yapmamayı öğrendiğim şeyler.”
Birhan, evini 6 yıl önce yaptığını ama her türlü doğa afetine karşı ayakta kaldığını anlatıyor: “Doğadaki en yakındaki malzeme, en doğru malzemedir. O yüzden evimizi köylülerin ‘Alaçık’ adını verdikleri tarzda, çamurdan, çalıdan ve su basmanlı olarak yaptık. İçgüdüsel yapılmış bir yapı ama 6 yıldır ne fırtınalar, ne seller geçirdi, hiçbir şey yok.”
Doğada yaşamayı da bir anlamda yaşayarak öğrendiklerini söyleyen ikili bir de ilginç anı anlatıyor: “İnsanlar beni çardakta durmadan hep sofrayı süpürür ve yerleri temizler halde görüp bana “Birhan ne o, hijyen hastalığı mı geldi sana” diye takılıyorlar.
Ama bir keresinde yere tuz dökülmüştü, biz de önemsemedik. Sonra bir de baktık, kocaman bir karayılan geldi. Sonra Durmuş Amca’ya anlattım. Bana ilk sorusu ‘Tuz mu döktünüz’ oldu. Daha hiç tuz dökme olayını bilmeden. Doğanın bu tip kurallarını öğrendik artık.”
Tuğba, şehirli bir kadın olarak nasıl doğaya uyum sağladı? Şöyle anlatıyor: “Kadınlar için özellikle çamaşır makinesi ve buzdolabı olmaması sorunolabilir. Ama ben çamaşır makinesine kıyasla elle yıkamaktan daha büyük keyif alıyorum. Çünkü kendin yıkayınca neyi yıkadığını biliyorsun.
Vahşi yaşamdan, kışları kurt gelme tehlikesini ise Tuğba şu sözlerle anlatıyor: “Hayvanlar öyle sandığınız gibi insana gelmiyorlar. Şehre indiğimizde, ‘Aman o hırsız mı’ diye daha tedirgin yürüyorsun. Her şeyi bekliyorsun. Ama burada biliyorsun ki, bir domuz insana direkt saldırmaz.
Bence şehirde daha büyük paranoyalar var.” Birhan da eşiyle aynı fikirde: “Arkadaşlarım ‘Birhan, dağda ne cesaretle yaşıyorsun?’ diyor. Esas sen o kadar çocuk pornocusunun, katilin, ırz düşmanının içinde 30 adet kilitle nasıl yaşıyorsun? Bence şehir insanı çok cesur. Trafikte atlattıkları tehlikenin haddi hesabı yok.”
Mutlaka Takipte Kalın. ⤵

https://www.instagram.com/bobstilbirmistik/
Sevgiler ✋

It is Music

Samanyolu ve Galaxias

Galaksimiz Samanyolu, evren oluştuktan kısa bir süre sonra ortaya çıkmıştır, sistem içerisinde gözlenen en yaşlı yıldız 13.2 milyar yaşındadır. O denli büyüktür ki, güneşimiz Samanyolu’nun çevresinde bir turunu 220 milyon yılda tamamlamaktadır. Biz buna Samanyolu demişiz ancak İngilizcede Milky Way, yani Süt Yolu derler, sebebi Yunanlıların gökyüzüne baktıklarında her iki yanına süt dökülmüş karanlık bir yol görmelerinden dolayı ”sütlü, süt gibi” manasına gelen galaxias, ya da süt dairesi manasına gelen kyklos galaktikos terimlerini kullanmalarından gelmektedir. Gerçekten de ışıksız bir ortamda gece kafamızı gökyüzüne çevirip baktığımızda Samanyolu’nun ortasında karanlık ışıksız, yıldızsız bir kısım görürüz. Bu karanlık şeridin sebebi, galaksinin merkezini kaplayan gaz ve tozun ardında bulunan yıldızların ışıklarını engelliyor olmasıdır. Yakın zamana kadar tüm evreni Samanyolu’ndan ibaret sandığımız gibi merkezini de göremiyorduk, ta ki birisi çıkıp da teleskoplara kızılötesi filtre takmayı akıl edene kadar.

İbretlik Hikaye

ODTÜ’lü Aslı, kariyerini bırakıp kuşkonmaz üreticisi oldu
ODTÜ’lü Aslı, kariyerini bırakıp kuşkonmaz üreticisi oldu

05 Mart 2017 – 09:59:24DHA
Mustafa SARIİPEK/ULA (Muğla), (DHA) – ORTA Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) İşletme Bölümü’nden mezun olup master yaptıktan sonra İstanbul’da tekstil ve gıda üretim alanlarında pazarlama müdürü olarak çalışan 37 yaşındaki Aslı Aksoy, mesleğini bırakarak Muğla’nın Ula İlçesi’ndeki 42 dönümlük arazide kuşkonmaz üretimine başladı. Ula İlçesi’nin Kızılyaka Mahallesi’nde dünyaya gelen, İzmir’de büyüyen Aslı Aksoy’un hayatı, ABD’nin New York kentinde yediği kuşkonmazla değişti. ODTÜ İşletme Bölümü’nden mezun olup master da yaptıktan sonra İstanbul’da tekstil ve gıda üretim alanlarında pazarlama müdürü olarak çalışan Aksoy, 13 yıllık kariyerini bırakıp Kızılyaka’da 42 dönümlük arazide kuşkonmaz üretimine başladı. Kendini beyaz yakalı çiftçi olarak tanımlayan Aksoy, yaptığı araştırmalarda kuşkonmazın ülkede fazla tanınmadığını, hatta kültüre alınmış kuşkonmaz üretiminin çok sınırlı yapıldığını öğrendiğini belirtti. Böylelikle üretim kararı aldığını kaydeden Aksoy, şunları söyledi: “Sürekli Ege’ye, kendi topraklarıma dönmeyi hayal ettim ve sonunda bunu başardım. Bugün eken, ektiğini emekle üreten, büyüten, büyüttüğünden ekmek yiyen bir beyaz yaka çiftçi oldum. Toprakla uğraşmak bana hep çocukluğumdan bu yana cazip gelmişti. Para kazanmak ve düşüncelerimdeki işi yapmak için çiftçiliğe döndüm. Başka üniversite okudum ama okuduklarım bana burada da gerekli oluyor. Amerika’da servis edilen kuşkonmazı bizim burada ’tilkişen’, ’tilki Kuyruğu’, ‘acı ot’ ve ‘sarmaşık’ gibi isimlerle ve ‘yabani kuşkonmaz’ olarak tanırız. Türkiye’de fazla üretim ve tüketim yaygın değil. Gerekli bilgileri Almanya, Fransa, İspanya ve Hollanda’daki üreticilerle irtibata geçerek edindim. Türkiye’de bu işi yapan ziraat mühendisleriyle çalıştım. Kuşkonmaz folik asit açısından çok önemli. Mineral ve vitaminleri çok zengin, sindirime yardımcı, kalp dostu. Kan dolaşımını temizliyor. Çok sağlıklı, çok lezzetli ve henüz Türkiye’de çok tüketimi olmayan, üretimi gelişmemiş bir ürün.” 2.5 DÖNÜMDEN 42 DÖNÜME İlk olarak Ortaca İlçesi’nde 2.5 dönümlük bir arazide deneme yaptığını, üretimde başarılı olunca işi büyüttüğünü belirten Aslı Aksoy sözlerini şöyle sürdürdü: “Böylesine özel bir ürünü ülkemizde tutundurabilmek, yaygınlaştırabilmek anlamında çalışmalarımız sürüyor. Toprakla uğraşırken her gün yeni şeyler öğreniyor ve şaşkına dönüyorum. Kuşkonmaz üretiminde Çin birinci, Peru ise ikinci sırada. En büyük tüketici Almanya. Türkiye’de 500 dönümlük arazide üretim ile Eskişehir birinci. Biz 42 dönümle ikinciyiz. Balıkesir 30 dönümle üçüncü. İrili ufaklı kuşkonmaz üreticisi ülkemizde 5’i geçmez. Türkiye’de geçen yıl 120 ton kuşkonmaz üretildi. Bu seneki beklenti 180 ton. Bizim tek şansımız burada nemli ve yağışlı ayın 7 aya yaygın olması. Bu nedenle de ilk yılımız olmasına rağmen 15 ton ürün bekliyoruz.” Aslı Aksoy, şu anda kuşkonmazın kilo fiyatının 35 lira olduğunu sözlerine ekledi. 6 KADIN ÇALIŞIYOR Aslı Aksoy’un yanında, yöre haltkından 6 kadın çalışıyor. Aksoy’la birlikte çalışan üniversite mezunu Özge Yıldırım, “Biz aslında yabani olanını tanıyorduk. Doğal olarak üretmeye çalışıyoruz. İş bulana kadar burada çalışacağım. Bizim açımızdan bu üretim çok iyi oldu” dedi. Bir diğer çalışan Hatice Kırkhan ise “Evde hayvanlarla uğraşırken komşumuz üretime başlayınca biz de boş zamanlarımızı burada değerlendirip mutfak paramıza katkıda bulunuyoruz” diye konuştu. ŞİRKETİN ADI ‘ELİ BELİNDE’ Şirketinin adını ‘Eli Belinde’ koyduğunu belirten Aksoy, nendenini ise şöyle anlattı: “Eli Belinde’yi geleneksel motiflerimizden, kilim ve halılarımızdan biliyoruz. Temel olarak kadını, doğurganlığı, verimi ve bereketi temsil eden bir figür. Biz her sabah bu tarlaya girdiğimizde aynı şeyleri kalbimizden geçiriyoruz. Bereket olsun, verimli bir hasat yapalım diyoruz. Zannediyorum ki başka sözcük bizi tarif edemez. Çalışan 7 kadınız ve 7 kadının sembolü eli belinde.” FOTOĞRAFLI