Sabahın Bir Sahibi Var

Yıl 1912.
Van’da doğdu.
Adı Mehmet’ti.
Mehmet Ruhi Su.
Küçük yaşta annesi ve babasını kaybetmişti.
Onları hiç tanımadı.
Neden kaybettiğini hiç bilmedi.
Kimsesiz kalmıştı.
Çünkü ne bir yakını vardı, ne akrabası.
Ne amcası, ne dayısı.
“İtten aç, yılandan çıplaktı.”
Ailesi artık Anadolu insanıydı.
“Hangi taşı kaldırsam
anam babam..
Hangi dala uzansam
Hısım akrabam..
Ne güzel bir dünya bu
İyi ki geldim” derdi.

Neden kimsesizdi? Neden tek bir yakını yoktu? Yıllar sonra Yalçın Küçük Ruhi Su’nun Ermeni yetim olabileceğini yazdı. Bunun üzerine oğlu İlgin Ruhi Su, “Babamın 1912’de Van’da doğması, öksüzler yurdundan gelmesi, bugüne kadar hiçbir akrabasının çıkmaması düşünüldüğünde Ermeni olma ihtimali hayli yüksek” demişti. Kendisi de cevabını bilmediği bu soruyu “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardan biriyim” diye yanıtlardı. Ruhi Su’yu Adana’da çocuğu olmayan yoksul bir aileye verdiler. 1915 Ermeni tehcirinde ailesini kaybetmiş yüzlerce “devşirme” çocuk gibi. Bunlar amcan ve yengen dediler. Onları öyle bildi. Adana’nın İngiliz ve Fransız İşgalinde amcam ve yengem dedikleri Ruhi Su’yu terk etti. Bunun üzerine Öksüzler Yurdu’na verildi. Müziğe meraklıydı. Yurtta bağlama, keman çalardı. Çok başarılıydı. Öksüzler Yurdundan, önce Adana Öğretmen Okulu’na, ardından Ankara’da Musiki Muallim Mektebi’ne girmeyi başardı.

Yıl 1942. Ankara Devlet Konservatuarını bitirdi. Aynı yıl Hasanoğlan Köy Enstitüsü`nde müzik öğretmenliği yaptı. Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’nda görev aldı. Devlet Operasında çalıştı.

Yıl 1951 Devlet, türkülerinden rahatsız oldu. Komünist diye içeri attılar. Sansaryan Han’ın en alt katındaki hücrelerde ağır işkence gördü. Tabutluğa kondu. Beş yıl hapis yattı. Ama yılmadı. “Mahsus mahal derler kaldım zindanda Kalırım kalırım dostlar yandadır. Dirliğim düzenim dermanım canım Solum sol tarafım imanım dinim.” dedi.

Yıl 1957 Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara Radyosunda iş buldu. İşi kısa sürdü. Kovdular. Kovulma nedeni şu türküydü. “Serdari halimiz böyle n’olacak.. Kısa çöp uzundan hakkın alacak.. Mamurlar yıkılıp viran olacak.. Akıbet dağılır elimiz bizim.” Türküleri ünlendikçe, milyonlara ulaştı. Düşmanı da çoğaldı. Devlet ve egemen sistem onu hiç rahat bırakmadı..

Uzun süre işsiz kaldı.. 27 Mayıs darbesi kulüplerde yabancı şarkıların sahne almasını yasaklayınca, gece kulüplerinde türkü söyledi. “Bir gece kulübünde bugün Kırk bin, elli bin liradır Bir Zeki Müren dinletisi Ve elbette güzeldir canım Emeğin değerlendirilmesi Ama benim memleketimde bugün İnsan kanı sudan ucuz Oysa en güzel emek insanın kendisi Kolay mı kan uykularda kalkıp Ninniler söylemesi.”

Yıl 1962 Yapı Kredi Yayınları için 5 yıllık bir çalışmayı tamamlayıp, taslağı banka yetkililerine teslim etti.. Banka kitabı bastı ama kitabı hazırlayan ve yazan Sadi Yaver olarak görünüyordu. İsyan etti. Emeği sömürülmüştü. Mahkemeye gitti Kazandı. Ama Yapı Kredi Bankası kitabın 2’nci baskısını yapmadı. Yılmadı. Türküleri sevdanın ve kavganın sesiydi. Toplumsal olaylara duyarsız kalmadı.

Yıl 1969 Kanlı Pazar. 16 Şubat’ta İstanbul Taksim Meydanı’nda ABD’nin 6. Filo’sunu protesto etmek için 76 gençlik örgütünün toplandığı sırada devlet tarafından öldürülen gençlere türkü yaktı. “Bu Meydan Kanlı Meydan Ok Fırladı Çıktı Yaydan Kalkın Ayağa, Kalkın Biz Şehirden, Siz Köyden.” Halkı isyana teşvikten yargılandı. Yılmadı.

Ruhi Su – Bu Meydan Kanlı Meydan

Yıl 1975 Dostlar Korosunu kurdu. Anadolu Halk Müziğine büyük katkılar verdi. Çok sesli müziğin gelişmesinde önderlik yaptı.. Başta Pir Sultan ve bir çok ozanın deyişlerini türkü yaparak, alevi kültürünü milyonlara sevdirdi. “Benim kabem insandır Kuran da kurtaran da İnsanoğlu insandır.” dedi. Dinsizlikle suçlandı. Yılmadı.

Ruhi Su – Benim Kabem İnsandır (Tevhit)

Yıl 1977 1 Mayıs katliamına haykırdı. “Şişli Meydanında üç kız Biri Çiğdem biri Nergis Vuruldular güpegündüz Sorarlar bir gün sorarlar.” Kahramanlık türküleri çaldı. Estergon Kalesi, Çanakkale içinde Aynalı Çarşı. Ankara’nın taşına bak, Kuvai Milli destanı. Ezilen Anadolu halkının sesi oldu.

Sabahın bir Sahibi Var – Sorarlar Bir gün Sorarlar

RUHİ SU – Şişli Meydanında Üç Kız

Şişli Meydanı’nda üç kız
Biri Çiğdem, biri Nergis
Vuruldular güpegündüz
Sorarlar bir gün, sorarlar

Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler, acılar
Sararlar bir gün, sararlar

Bin dokuz yüz yetmiş yedi
Unutulmaz yılın adı
Bir Mayıs bayramı idi
Sorarlar bir gün, sorarlar

Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar

Biter bu dertler, acılar
Sararlar bir gün, sararlar

Beş yüz bin emekçi vardık
Taksim Meydanı’na girdik
Öyle bir İstanbul gördük
Sorarlar bir gün, sorarlar

Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler, acılar
Sararlar bir gün, sararlar

Al gözlerim seyir eyle
Birin bırak, birin söyle
Bu yeryüzü ilk kez böyle
Bir İstanbul görüyordu
Kucaklayıp sarıyordu.

El Kapıları (o dönem Almanya’ya gönderilen Türk işçileri için yazılmış)


“Dostlarım, kardeşlerim, canlarım
Kaldırın başlarınızı..
Suçlular gibi yüzümüz yerde
Özümüz darda durup dururuz
Kaldırın başlarınızı yukarı.”

Yıl 1980
Türkiye’de 12 Eylül darbesi oldu. Ruhi Su kemik kanserine yakalandı. Tedavi için yurtdışına gitmesi gerekiyordu. Pasaport vermediler.. Askerler yurtdışına çıkmasını engellediler. “Ölsün” dediler. 1985 yılında öldü.
“Ağaç demiş ki baltaya,
Sen beni kesemezdin ama
Ne yapayım ki sapın benden
Bak şu ağacın bilincine sen
Ölen ben, öldüren benden.”
Geride 16 adet 45’lik plak ve 11 adet uzunçalar, yüzlerce talebe, milyonlarca hayran bıraktı.

Cenaze töreni 12 Eylül’den sonra ilk toplumsal protestoya dönüştü. Güvenlik güçlerinin tüm engellemelerine rağmen on binler Şişli Camisi’ne aktı. Medyanın cenaze törenini görüntülemesi engellendi. Cenazesi Şişli’den Zincirlikuyu’ya giderken, on binler haykırdı. “Ruhi Su’lar ölmez” Ön sıralarda haykıranlar göz altına alındı. Tam 163 kişi hakkında soruşturma başlatıldı. Devlet memuru olanlar işinden atıldı.

Yıl 1990
Zincirlikuyu’daki mezarı kimliği belirsiz kişiler tarafından saldırıya uğradı. Saldırganlar mezar taşını kırmaya çalıştı. Başarılı olamayınca kurşunladılar. Saldırganlar hakkında soruşturma bile açılmadı. Dosya kapatıldı.

Yıl 2010
Devletin el üstünde tuttuğu, Kaçak Saray’a övgüler yağdıran Hülya Avşar kendi televizyon programında Cem Karaca’nın eşi İlkim Karaca’yı konuk ediyordu…….
İlkim Karaca, adının konservatuvarda Ruhi Su tarafından konulduğunu söyledi.
Bunun üzerine Hülya Avşar, “Ona da buradan selam yollayalım” dedi.
Karaca’nın “Ruhi Su öldü, hem de 25 yıl önce” sözleri üzerine şaşkına dönen Avşar, “Aaaa öyle mi.. Nur içinde yatsın o zaman” diye konuştu.

Yıl 2023 20 Eylül.
Ruhi Su’nun ölümünün 38’nci yıldönümü.
Nazım Hikmet der ki;
“İnsanların türküleri kendilerinden güzel, kendilerinden umutlu, kendilerinden kederli, daha uzun ömürlü kendilerinden.”


Ruhi Su’nun türküleri ölümsüzdür..
Çünkü Ruhi Su, dev bir çınardır; kökü Anadolu topraklarındadır.. Çünkü Ruhi Su, ulu bir dağdır; Ağrıdır, Munzurdur, Erciyestir, Spildir.. Hasan Dağı gibi dimdik ve Anadolu’nun ortasında her an patlamaya hazır bir volkandır.. Çünkü Ruhi Su, sudur; Kızılırmaktır, Yeşilırmaktır, Sakaryadır.. Dicledir, Fırattır, Çoruhtur..Anadolu’nun her yerinde gürül gürül akmaktadır…
Çünkü Ruhi Su, çeliktir.
Ve çelik aldığı suyu unutmaz.
Birgün mutlak hesap sorar.”

A.Natali Avazyan’nın Twitter sayfasından alıntıdır

Janis Joplin ve Leonard Cohen Chelsea Hotel No:2

Janis Joplin ve Leonard Cohen.
Biri kısacık hayatına heybetli bir blues geçmişi sığdırmış bir rock ‘n roll efsanesi; biri ise mistik ruhuyla unutulmayacak dizelere imza atan bir beat kuşağı ozanı. Peki acaba hayat bu çok özel iki insanı nasıl bir araya getirdi dersiniz?
İşte kısacık bir hikayenin, yalnız ve hüzünlü kahramanlarının şiir gibi tanışma hikayesi.

Yalnızlık paylaşılmaz.

Takvimler 1960’ların sonunu gösterirken, başta Amerika olmak üzere dünyanın birçok yerinde hippiler ve beatnikler resmen altın çağını yaşıyorlardı. Yüz binlerin doldurduğu sınır tanımayan festivaller, dev rock ‘n roll şovları; uyuşturucular ve mülkiyeti reddeden aktivist ruhlu gençler bu dönemin sıradan figürleri haline gelmişti.

Janis Joplin

Siyahi olmamasına rağmen, benzersiz gırtlağıyla o zamana dek siyahilerin tekelinde olanı blues janrında ezber bozan Janis Joplin işte tam da bu dönemde gerçek bir idol olarak kabul ediliyordu. Janis’in içinde yer aldığı festivaller dolup taşıyor, birçok gazeteci röportaj koparmak için peşinden koşuyor ve yüz binlere seslendiği konserler müzik eleştirmenlerinin sayfalarca methiye düzmesine neden oluyordu. Ancak böyle bir şaşaayı yaşamasına rağmen Janis iliklerine kadar yalnızdı ve deyim yerindeyse kimsesiz hissediyordu. Hatta bir konserinde yalnızlığını şu cümleyle binlerle paylaşmıştı: “Her gece en az 70 bin kişiyle birlikte oluyorum ama her gece yalnız uyuyorum”

Leonard Cohen

Janis bunları yaşarken, Leonard Cohen evreninde de durumlar çok farklı değildi. Aslında yazdıkları yayınlanmış bir yazar olan Leonard Cohen, 32 yaşından sonra müzik piyasasına girmeye niyet ettiğinde çağın mottosu “30 yaşın üstündeki kimseye güvenme” idi. O dönem birçok yapımcı ve müzisyenle görüşen Cohen için hayatındaki yalnızlık artık kariyerinin de bir parçası olmuştu. Şahane bir söz yazarı olmasına rağmen Bob Dylan’ın olduğu bir folk müzik piyasasında tutunamayacağına kesin gözüyle bakılan Cohen o yıllarda sadece şarkılarına sarılıyor ve sadık dinleyici kitlesini emin adımlarla kalabalıklaştırıyordu.

“Renkli rüyalar oteli”

Chelsea Hotel… O yıllarda New York şehrinin bohemleri için bir yuva gibi olan bu otel tam olarak “Duvarların dili olsa da anlatsa” diye tarif edilecek bir oteldi. 70 odası otel müdavimleri için sürekli rezerve tutulan bu otelin konukları arasında kimler yoktu ki? Andy Warhol, Edie Sedwick, Jim Morrison, Patti Smith, Jimi Hendrix, Joni Mitchell, Frank Zappa ve Arthur Miller bu otelde bir dönem yaşamış beat kuşağı efsanelerinden sadece birkaçıydı.

Bir bohem mabedi olan Chelsea Hotel’in bir diğer sakini ise Leonard Cohen’di. Özellikle şiirleri ve öyküleri üzerinde çalışırken kendini otel odasına kapatan Cohen için Chelsea Hotel hem bir sığınak hem de bir laboratuar gibiydi.

Leonard Cohen’in kaleme aldığı I’m Your Man kitabında geçen “Bu oteli sabaha karşı 03:00 saatlerinde çok seviyorum. Çünkü burası öyle bir yer ki o saatte kapıdan içeriye bir fahişe ile bir maymun kol kola girse bile kimse bunu iplemez” cümleleri ise Chelsea Hotel’in nasıl bir özgürlük alanı olduğunu açıkça dile getirmişti.

Saat gecenin 3’ü…

Leonard Cohen’in Chelsea Hotel’de en sevdiği saat olan sabaha karşı 03:00, tuhaf biçimde yüzyılın en iyi karşılaşmalarından birine de sahne olmuştu. Ruhunu tazelemek ve etrafı gözlemlemek için kısa bir gece yürüyüşüne çıkan Cohen, otele döndüğünde asansörde genç bir kadınla karşılaşmıştı. Vahşi saçları ve farklı kıyafetleriyle bu genç kadın Janis Joplin’den başkası değildi!

Leonard Cohen, Janis Joplin’in yeteneğine ve ruhuna düpedüz hayrandı ve onunla iletişim kurmak için bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. Janis’e dönüp “Kimi arıyorsun?” diye sorduğunda “Kris Kristofferson’u arıyorum” cevabını alan Cohen, sohbetin bir asansörün 1 metrekarelik alanında kalmasını istemiyordu. Janis’le asansörden inince ayrılmamak için esprili bir şekilde kendisinin Kris Kristofferson olduğunu söyleyen Cohen, böylece amacına ulaşmış ve genç blues yıldızını güldürmeyi başarmıştı. Rivayete göre sadece o geceyi değil, o yıl boyunca birkaç geceyi Chelsea Hotel’in 2 numaralı odasında geçiren ikili için bu yakınlaşma hiçbir zaman bir “ilişki” olmamıştı. Çünkü bambaşka evrenlerde yaşayan bu iki yalnız ruh bu gizli buluşmalarda aslında birbirlerine sığınıyorlardı.

Chelsea Hotel No:2

Bu gizemli tanışmadan sadece 2 yıl sonra, blues’un genç efsanesi Janis Joplin bu dünyadan göçüp gitmişti. İşte o günlerden birinde, salaş bir restoranda yalnız oturan Leonard Cohen’in buruşuk bir peçetenin üzerine karaladığı sözler ise Cohen’in en ikonik şarkılarından Chelsea Hotel No:2’nin ta kendisiydi!

“I remember you well in the Chelsea Hotel

You were famous, your heart was a legend

You told me again you preferred handsome men

But for me you would make an exception

And clenching your fist for the ones like us

Who are oppressed by the figures of beauty

You fixed yourself, you said, “Well never mind,

We are ugly but we have the music”

İşte bu tanışma, Chelsea Hotel No:2 gibi hikayeli bir şarkıyı bizlere armağan etmişti.

Alıntı https://www.facebook.com/groups/musikimani/permalink/3077074672510884/

“Roots Revival Series & Petra Nachtmanova – Anatolian Ashik – (Full concert in Vienna)”


SAZ Çağadaş bir seyyahın gerçeği arama yolculuğu…

Manhattan Jazz Qartett

Vakıf Mustafazade – Musiqiləri (Vagif Mustafazadeh – Musics )

https://en.wikipedia.org/wiki/Vagif_Mustafazadeh

Aziza Mustafa Zadeh in bayrağı babasından aldığı bu eserleri dinledikten sonra bende daha netleşti. Ama görülen o ki, Aziza babasından öğrendiklerini ilerleterek, çok güzel katkılarda bulunmuş. Tabi orkestralarını batılı müzisyenlerle teşkil etmiş olmasının bunda katkısı çoktur diye düşünüyorum.

Personal life

Mustafazadeh was married twice; from his first marriage he had a daughter named Lala, a talented classical pianist. She won the Grand Prize in the Epinal Piano Competition, France, in 1991. His second marriage was to Eliza, and from that union was born Aziza Mustafa Zadeh, also a jazz musician.[7]

Al Di Meola, Dino Saluzzi, Aziza Mustafa Zadeh – Estival Jazz Lugano 1998

Al Di Meola / Dino Saluzzi / Aziza Mustafa Zadeh

Fani

Fani

Mercan Dede

Önüme bir çığır geldi
Bir ucu var şar içinde
Arifler dükkânı açmış
Ne ararsan var içinde

Gir dükkâna Pazar eyle
Her şirindir hezar eyle
Aya güne nazar eyle
Ay Muhammet nur içinde

Ay Alidir gün Muhammet
Okunan seksen bin ayet
Balıklar deryaya hasret
Çarka döner göl içinde.

Göl içinde çarka döner
Susuzluktan bağrı yanar
Alemler seyrana iner
Seyir var seyir içinde.

Kudretten verdi balı
Bahanesi oldu arı
Şimdi dinle ahuzarı
Arı inler bal içinde

Pir Sultanım ey gaziler
Yürekte yara sızılar
Talipte pirin arzular
Bülbül öter gül içinde

Kaynak: Musixmatch

Besteciler: Sabahat Akkiraz

“Okunan seksen bin ayet, Balıklar deryaya da hasret” Yani Allah ile baş başayız gözbebeğimizden daha yakın ama uzakta zannedip hasretlik çekiyoruz.

“Seyir seyir” içinde biz Allahı seyrederken Allah da bizi seyrediyor.

“Çarha döner göl içinde”. Biz dönerek ibadet ederken Allah her yerde bizimle.

“Hersin indir, Hezar eyle” yani hırsını dindir kendinle barış.

Tevhid: Allah’ın varlığına, tekliğine, tüm yetkin niteliklerin kendisinde toplandığına, eşi ve benzeri bulunmadığına inanmaktır. Bu inancı açıklayan Lâ İlâhe İllallah cümlesine kelime-i tevhid denir.

“hersin indir hezar eyle/hırsını dindir, kendinle barış” pir sultan dört kelimeyle öze dönüş haritasını çizmiş. Çarka dönen balıklar gibi dinledikçe esrikleştiriyor insanı…