Bu ağır sis dağıldığında, Kim duracak o sokak lambasının altında, Lili Marlen
Birinci Dünya Savaşı sırasında, her akşam saat 21:55’te tüm cephelere yayın yapabilen Belgrad Radyosu’nda bu şarkı çalınıyordu. Şarkıyı ilginç kılan nokta ise aynı anda karşı cephedeki askerlerin de siperlerinde şarkı ile kendilerinden geçmeleridir. Hatta düşman askerler siperlerinden başlarını çıkararak Almanlar’a, “Radyonuzun sesini biraz daha açar mısınız” diye seslenirlermiş. Şarkı bitene kadar ise cephelerde bulunan hiçbir asker tek bir kurşun bile atmaz, hayallere dalarak geride bıraktıkları sevdiklerini düşleyerek şarkının sona ermesini beklermiş. Böylece Lili Marlen türküsü hiçbir komutanın emri olmadan savaş durduran tek şarkı olarak tarihteki yerini aldı.
Lili Marlen türküsü, Rus Cephesi’nde görev alan Alman askeri Hans Leib’in kışla önünde sokak lambasının altında nöbetteyken sevgilisiyle buluşmasını ve sonrasında iki aşığın hüzünlü vedasını konu alır. 1915 yılında Hans Leib’in Birinci Dünya Savaşı sırasında cephede aşık olduğu iki kadını bir şiirde buluşturmuştu. Lili ve Marlen… Lili cepheye giderken ardında bıraktığı sevdiği kız, Marlen ise, cephede aşık olduğu hemşiredir. Şarkı kaldırım serçesi Edith Piaf’ın sesinde ölümsüzleşti ve cephelere yayılarak silahları bir anlıkta olsa susturdu….
Şu sıralar en çok ihtiyaç duyduğumuz, barış, merhamet, sevgi ve şefkat gibi erdemlerimizin daha da çok hatırlanması dileğiyle.
Yunan mitolojisine göre Zeus, kendisine en değerli hediyeyi verene kentin koruyuculuğunu verecektir ve bunun için bir yarışma düzenler.
Denizlerin tanrısı Poseidon, Zeus’a uzak diyarlara dahi uçarak gidebilen ve savaşta yenilmeyecek bir at armağan eder. Athena ise zeytin ağacını. Yarışma çetindir çünkü ikisi de Zeus’a dünyanın en güzel hediyesini vermek isterler.
Kuşkusuz dünyanın en uzak diyarlarına gidebilecek ve yenilmez savaşçı bir at mükemmel bir hediyedir, ancak zeytin ağacı daha mükemmeldir.
Zeytin ağacının muazzamlığı karşısında başta Zeus olmak üzere tüm tanrılar, tanrıçalar büyülenmiş ve ağacın kutsallığı karşısında donakalmışlardır. Tüm hırsına ve kazanma isteğine rağmen Poseidon bile zeytin ağacından o kadar etkilenmiştir ki, aralarındaki çekişmeye rağmen zeytin ağacının üstünlüğünü kabul eder.
Bunun üzerine, Athena zeytin ağacından bir dal kırıp Poseidon’a verir ve öylece aralarındaki düşmanlık zeytin ağacının rakipsiz güzelliği karşısında yok olur. O günden sonra Athena’nın ismi Atina kentine verilir.
Barış ın Simgesi
“Düşmana zeytin dalı uzatmak” deyimi de neredeyse tüm dillere tam da bu mitten gelmiştir. Çünkü Zeytin ağacı, düşmanınızın dahi kıyamayacağı güzellikte ve kutsallıktadır…. Dünyada kesilmesi yasak olan başlıca iki ağaç, zeytin ve sakız ağaçlarıdır.
Diplerine kimyasal dökülmediği müddetçe ya da dünyadan, doğadan ve çocuklarımızın güzel geleceklerinden nefret eden bir grup merhametsiz ve aç gözlü kesmediği müddetçe sonsuza kadar yaşarlar….
1750 yılında, Alman Prusya Kralı Büyük II. Frederick, Berlin yakınlarındaki Potsdam Ormanları’nda gezinirken, bir değirmenin bulunduğu alçak bir tepe üstünde durur. Manzara güzel, hava nasıl ferahtır. – Yazlık sarayımı burada yapalım! der, sessiz ve sakin kapanıp okumayı çok seven, kütüphanesiyle ünlü kral.. – Değirmeni satın alıp yıkın, yerine saray yapın! der adamlarına.. Adamları değirmenciye gider ve kralın bu isteğini iletirler. Değirmenci malını satmak istemez. Kral değirmenciyi huzuruna çağırtır; – Yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. Kaça satarsınız? diye sorar. – Yanlış anlamadım efendim. Adamlarınıza da söyledim. Değirmenim satılık değil! der değirmenci. – Beyefendi inat etmeyin! Paranızı fazlasıyla vereceğim, diye ısrar eder Kral.. Değirmenci direnir; – Sen koskoca kralsın, paran çok. Git Almanya’nın istediğin yerinde saray yap! Burayı benden önce babam işletiyordu. O’na da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım. Değirmenin bahçesinde dedemin, babamın mezarları var. Ben de ölünce yanlarına gömüleceğim. Burası bizim aile ocağımız. Satılık değil! Sabrı tükenen ve sinirlenen Kral Frederick ayağa fırlar ve gürler; – Sen benim Prusya Kralı Friedrick olduğumu bilmiyor musun yoksa? Değirmenci; – Senin kral olduğunu biliyorum ama ben de bu değirmenin sahibi Sans-Souci’yim. Kral öfkeden deli olur; – Madem benim kim olduğumu biliyorsun, o halde zorla alabileceğimi de biliyor olmalısın. Bakalım o zaman ne yapacaksın? Değirmenci hiç telaşa düşmez ve tarihe geçecek ve dünyanın her yerinde Adalet’in sloganı olacak ünlü lafını söyler; – SEN KRALSIN AMA.. BERLİN’DE DE HAKİMLER VAR!. Kral, kendi ıslah ettiği adalet sistemine ve o düzenin yargıçlarına halkın nasıl güvendiğini ve mahkemelere kralın bile laf geçiremeyeceğine inandığını anlar ve adamlarına, ayni tarihe geçen sözünü söyler; – Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar, kral bile olsa adaletten üstün değildir! Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz.” Kral II. Friedrich bu yel değirmeninin Prusya Krallığı devam ettikçe korunmasını ister ve sarayını hemen onun altına inşa ettirir. Değirmencinin ismini, Sarayının da adı yapar.. “SANS – SOUCI SARAYI” Saray ve değirmen günümüzde hala bir “Adalet Simgesi” olarak o tepede arka arkaya duruyorlar. Ne güzel bir adalet ki.. Kralın arka bahçesinde bir değirmenci olabiliyor. Ne güzel bir adalet ki, bir kralla, bir değirmenciyi komşu ve dost yapıyor.. Belki de sabahları Prusya Kralı II. Frederick, arka bahçeye çıktığında, değirmenci O’na seslenirdi; – Hey Frederick, sımsıcak ekmek yaptım, göndereyim mi? Belki, Prusya Kralı II. Frederick anlatırdı; – Adalet her sabah bana, taze ve sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi.. Yıllar sonra genç bir Osmanlı subayı, bir yılbaşı gecesi Berlin’de bir davete katılır. Arkadaşlarına bu hikâyeyi anlatır ve teklif eder; – Haydi gidelim ve bu sarayı görelim! Değirmen de hala duruyormuş, sarayın arkasında.. Kimse yılbaşı balosunu bırakıp o soğukta dışarı çıkmak istemez. Genç subay kararlıdır. Tek başına çıkar gider. Tek başına bu eşsiz anıta bakar.. O genç subay, Mustafa Kemal’dir. Ve Kurucu Lider Mustafa Kemal ATATÜRK, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm mahkeme salonlarında, yargıçların arkasındaki duvara asılacak sözü yazdırır; ADALET, MÜLKÜN TEMELİDİR! Sunay AKIN
UDUNBARA ÇİÇEĞİ GERÇEK Mİ? Hint inanışındaki bir efsaneye göre, Youtan Poluo olarak bilinen Udumbara çiceği, 3 bin yılda bir çiçek veriyor. Udumbara’nın en eski Hint bölgesinin en eski dili Sanskritçe’deki anlamı ise “cenntten gelen hayır çiçeği” olarak biliniyor.”
Udumbara çiçeği veya “Youtan Poluo” ağaçların dallarında veya mevvelerinde parazit olarak yetişiyor , üzerinde yaşadığı ağacın meyvesi içinde yetiştiği ve sap 7mm gövde 1 mm çapında olduğu için gözle fark edilmesi oldukça zordur.
Ülkemizin birçok yerinde bir nevi ağaç paraziti olan Udumbara Çiçeğine rastlamak mümkündür. Sıkıntı şudur ki sadece 1 mm çapında olduğu için gözle fark edilmesi oldukça zordur. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. İsmail Eker
Gecenin Kraliçesi Çiçeği Çiçek bir kaktüs türü. Kolay yetişmesine rağmen yılda sadece 1 defa gece açıyor. Bir saat içinde tomurcuklanıyor, tomurcukları irileşiyor ve kocaman beyaz çiçekler açılıyor. Çiçek genellikle ekim ortalarında ve haziran ayının yağışlı dönemi içinde tropik yağmur ormanlarında yetişiyor. Hindistan’da çiçeğin açtığı süre içinde edilen tüm duaların gerçekleşeceğine inanılır. Hindistan’da adı Brahma Kamal’dır. İsmi Hint tanrısı Brahma’dan gelmektedir. Çin, Burma ve Hindistan’ın yerli bitkisidir. Japonlar bu çiçeğe ‘Ay’ın altındaki güzellik’ adını vermiştir. Türkiye’de de yetişmektedir.